21 Eylül 2009 Pazartesi

Galatasaray-Kasımpaşa öncesi


Ligdeki 6.maçına çıkıyor Recep Tayyip Erdoğan stadında Galatasaray bugün. Yunanistan deplasmanında alınan galibiyetten sonra lige kaldığı yerden devam etmek isteyecektir Rijkaard ve öğrencileri. Kamuoyunda Galatasaray'ın farklı kazanacağı ve kolay bir maç olacağı yönünde bir hava hakim. Kağıt üzerinde her ne kadar kolay maç gibi gözükse de Galatasaray için önemli bir maç olduğunu düşünüyorum. Önceki yıllarda ligin son sıralarına demir atan, puan toplamakta zorluk çeken takımlara karşı sürpriz mağlubiyetler almıştı Galatasaray; hatta bunlardan birinde Ali Sami Yen'de Kasımpaşa'ya kaybetti 2 sene önce. Bu maçın neden önemli olduğunu irdeleyelim şimdi.

Galatasaray oynadığı son üç maçta kötü oynamasa da iyi oyunlar da çıkaramadı. Seyirci temkinli yaklaştı bu galibiyetlere ve gelişecek süreci merak etmeye başladı. Bugün Galatasaray yüksek topla oynama yüzdesiyle oynu rakip yarı sahada oynamayı mı tercih edecek, yoksa son iki maçtır yaptığı gibi kendi yarı alanında oyunu kabul edip, çalışılmış kontralarla gol mü arayacak? Galatasaray'ın neyi oynamaya çalıştığı hakkında biraz daha net ipuçları bulabiliriz bu akşam.

Bir diğer merak edilen konu ise Galatasaray'ın ne zaman uzun süre oyunu yenik geride götüreceği. Galatasaray henüz 10 dakikadan uzun bir süre skor olarak geride oynamadı. Bugün gelebilecek erken bir Kasımpaşa golü, Galatasaray'ın nasıl reaksiyon göstereceğini de gözler önüne serebilir.

Takımın konsantrasyon düzeyinin nasıl tutulduğunu da görmüş olacağız bugün. Takım zorlu Beşiktaş ve Pana maçlarından çıktı, kağıt üzerinde kesin favori, bayramın ikinci günü oynanan bir Pazartesi müsabakası. Maça mental olarak iyi hazırlanamamak için her türlü faktör mevcut şu anda ve Galatasaray bu gibi maçlardan genelde hayal kırıklığıyla ayrılır. Bakalım bu sefer istediklerini alabilecekler mi.

6'da 6 yapan bir Fenerbahçe var, fakat özellikle dünkü maçtan sonra büyük eleştiri aldı oyunundan dolayı. Galatasaray'dan bugün kötü bir oyun ortaya koyarsa, iki takımın da şişirildiği kadar iyi durumda olmadığı, aslında korkulacak bir taraflarının olmadığı konuşulmaya başlanacak. Bu hem iki takım üzerindeki baskıyı artırırken, rakiplerinin de psikolojik olarak güçlenmesini sağlayacak. Şayet, Galatasaray bugün iyi bir oyun çıkarırsa, Fenerbahçe de dahil rakiplerinden psikolojik olarak bir adım öne fırlamış olacak.

Rakip Kasımpaşa ise henüz puan alamadı. Yeni bir yapılanmaya gitmeye çalışıyorlar. Bunuın ilk ayağını ise düzgün bir şekilde gerçekleştiremediler. Besim Durmuş'un görevine son verip, Yılmaz Vural'ı takımın başına getirdiler. Kadrolarına bakıldığında fena oyuncular yok ama bilinçsiz bir kadro şişirmesi yaptıkları kesin. İyi bir takımları var ancak kadro istikrarı yok. Forvet hatlarında Azar Karadaş, Gökhan Güleç, Cenk İşler, Diego Scheuschner, Erhan Küçük gibi isimler var. Orta sahalarında Sedat Yeşilkaya, Uğur Yıldırım, Moritz, Keller, Özgür Öcal, Murat Akın, Koray Avcı, Emre Toraman ve Boukhari gibi isimler göze çarpıyor. Sedat Yeşilkaya Galatasaray altyapısında yetişen, bir zamanların yıldız adaylarındandı. Orta sahada iyi top yapan akıllı bir futbolcu. Boukhari ise AZ maçlarında Fenerbahçe'ye karşı oynamış ve bir gole imza atmıştı. Kariyerinde Ajax ve Feyenoord olan futbolcu neticeye direk tesir edebilecek kumçı kaliteli, tecrübeli bir isim. Koray Avcı'nın defans arkasına sarkıtacağı toplar Galatasaray defansında sıkıntı yaratabilir. Defans hattındaki bekler ise Ergün Teber ve Ali Güneş. Türkiye Ligi standartlarında ortalamanın üzerinde bekler oldukları su götürmez bir gerçek. Görüldüğü gibi puan tablosunda son sırada yer alsa da, kadrosunda iş yapabilecek isimler ve Yılmaz Vural'ın sürprizleriyle, beklenmeyen bir netice alabilirler.

Rijkaard'ın bu maçta rotasyona gidebileceği konuşuluyor. Bakalım rotasyona kimler dahil olacak. İnsanın içinden kanatlarda Aydın Yılmaz-Serdar Eylik, ortada ise Arda Turan geçiyor. Altyapı mahsulü, ayağına hakim, en yaşlısı 22 yaşında olan bu üçlü gelecek yılların provasını sergilerse biz de izlemekten mutluluk duyacağız.

Bakalım maç sonunda hangi ihtimaller gerçek olacak, hangi sürprizlere şahit olacağız...

6.haftanın ardından



Ligin 6.haftasını da bir maç hariç geride bırakmışken, bu hafta Anadolu'da neler olmuş bir bakalım...

Eskişehirspor 3-2 Gaziantepspor

Ev sahibi maçtan önce favori gösteriliyordu fakat çekişmeli bir maç olacağı da herkes tarafından öngörülüyordu. Bu sene maçlarına 4 forvet karakteristikli oyuncuyla çıkan Eskişehirspor rakipleri için çok önemli tehlike arz ediyor. Ümit Karan, Youla, Burak Yılmaz ve Mehmet Yılmaz bu ligin ilk 10-15 golcüsü içerisine girer ve bu 4 futbolcunun beraber oynaması ciddi bir koz Eskişehirspor için. Burak ve Mehmet'i kanatlarda kullanan Rıza Çalımbay, bu futbolcuların defansif görevlerini de başarıyla yerine getirdiğini söylüyor. Gaziantepspor'un Brezilyalılarının hesabını yapmayı ise artık bıraktı, ne de olsa biraz kıpırdanırsa kendini Beşiktaş'a atar ve biz orada uzun uzun izleme fırsatı buluruz.

Maça konuk ekip golle başladı ve bu da maçın heyecan dozunu artırdı. Gaziantepspor kalecisi Mahmut'un oyun içinde yaptığı hatalar ise 3 dakikalık özetin bile önemli bir kısmını oluşturmuş. Eskişehirspor'un ikinci yarının ilk kısmında ciddi baskı yapmış olduğunu gözlemledik. Hakemin 3.goldeki anlamsız ikramı da gözlerden kaçmadı.

Gaziantepspor'un artık lige ısınmasını umuyoruz, kapasitesini yansıtmasını bekliyoruz. Eskişehirspor ise bu sene ilk 5'i en ciddi adaylarından olduğu izlenimini veriyor. Önümüzdeki hafta oynanacak Galatasaray-Eskişehirspor maçını ise şimdiden iple çekiyoruz.

Sivasspor 1-3 Bursaspor

Sivasspor'un bu maç artık kırılımı yapacağını ve galibiyeti alacağını düşünüyordum bu maç öncesi ancak yanıldım. Ertuğrul Sağlam Turgay ısrarını sürdürerek, Shin Young'ı yine yedek bıraktı. Shin Young oyuna 57'de girip 2 gol atarak galibiyeti getirdi. Sivasspor için tehlike çanlarının yakın olduğunu söyleyebiliriz. Önlerindeki İBB ve Antalya maçlarından da hüsranla ayrılırlarsa, ilerleyen haftalarddaki fikstürün zorluğu onları oldukça yıpratır ve kümede kalma gibi bir hedefle karşı karşıya kalabilirler. Bursaspor ise ilerleyen haftalarda toparlanıp ilk 5'i zorlar izlenimi veriyor.

Diyarbakırspor 0-0 Manisaspor

Lige renk katan iki iyi takımın karşılaşmasında beklenildiği gibi beraberlik geldi. Seyircisiz oynanan bir maçtan zaten ne kadar beklenti olabilir ki? Diyarbakır'ın etkili forveti Tzemeta'nın sakatlığı onları önemli ölçüde etkilemiş gözüken. Manisaspor'da ise kalede Orkun bu takıma katkı sağlayacağının işaretlerini verdi. Yaser ise maçın en net pozisyonunu harcayarak olası 3 puandan etti Manisa'yı. İlk 10 hedefinde olan iki takımın bunu rahatlıka gerçekleştirebileceğini düşünüyorum.

Ankaragücü 1-1 Gençlerbirliği

İki takım da son yıllarda savruk görüntüleriyle ligde sıkıntılı anlar yaşadılar. Ankaragücü kaldığı yerden devam ediyor. Ankaraspor'dan gelen tonla oyuncu da ilaç olacak gibi durmuyor anlaşılan. Gençlerbirliği ise Thomas Doll'un katkılarıyla disiplinli, ne yaptığını bilen bir takım edasına bürünmüş. Hafızalarımızda yer tutan ligin dişli ekibi geri döndü gibi gözüküyor. Ankaragücü'nün bu sene de düşme potası civarlarında seyredeceğini, Gençlerbirliği'nin ise ilk 7'de yer bulabileceği gözüküyor.

Son Dakika Golleri // Beckham // İngiltere-Yunanistan

2002 yılında Güney Kore ve Japonya'nın ortaklaşa düzenlediği Dünya Kupası Avrupa kıtası elemelerinde 9.grupta İngiltere, Almanya, Yunanistan, Finlandiya ve Arnavutluk yer alıyordu. Son maçlara İngiltere ve Almanya kafa kafaya girmişlerdi. İkisi de 16 puandaydı fakat averaj üstünlüğü İngiltere'nin elindeydi.

Old Trafford stadında 66000 İngiliz'in önünde Yunanistan son dakikaya Charisteas ve Nikolaidis'in golleriyle 2-1 önde giriyordu. Almanya Finlandiya önünde maçı berabere bitirmek üzere olduğundan, bu skor İngiltere'nin Dünya Kupası şansını riske atıyordu, ancak atılacak bir gol ise Asya biletini getiriyordu İngilizlerin eline.

Kronometre 92:34'tü ve topun başına Beckham geldi. Gerisi malumunuz...

19 Eylül 2009 Cumartesi

Matthew Le Tissier

Kan-gele


"Cangele adı gibi, kan getiriyor rakip takımdan. Kan-gele, kan-gele, kanı götürüyor rakip takımdan da hakemden de. Ben Cangele'nin oynadığı bir maçı yönetsem tedirgin olurum, sarı mı versem, kırmızı mı versem. Kan-gele adam adı gibi...."
Erman Toroğlu

Beşiktaş 0-1 Kayserispor

Son şampiyon kötü gitmeye devam ediyor. Yerse puan alamıyor yemezse biri hanesini yazdırıyor. Durumlar iyice karıştı. Seyirci de isyan etti, Mustafa Denizli de basın toplantısında istifa sinyalleri verdi. Beşiktaş ligin ilk maçı olan İBB maçından itibaren hep aynı topu oynuyor ve ilerleme hiç yok. İlk 11 sürekli değişiyor, takımın ne forveti ne orta alanı ne de savunma bekleri maç öncesi tahmin edilebiliyor. Bir maç ilk 18'de olmayan ertesi maç kurtarıcı rolüne bürünüyor. Acaba kadro mu, teknik direktör mü, yoksa başka bir şeyler mi eksik? Kesin bir cevap verilememesi de kafaları iyice karıştırıyor. Bu kafa karışıklığı Mustafa Denizli'nin basın toplantısında da açıkça gözüktü.

İlk olarak maça gelelim. Beşiktaş sağ bekte İbrahim Kaş, sol bekte Ekrem Dağ, ortada Ernst-Tabata-Tello, ilerde Bobo-Nobre-Serdar Özkan ile maça başladı. Özellikle golü yiyene kadar Beşiktaş hiç bir reaksiyon vermedi rakibine. Cangele-Mehmet Eren ikilisi de Beşiktaş'ın sol tarafını oldukça yıprattı ve genelde buradan gelmeye çalıştılar. Ortadan Furkan ile etkili olmaya çalıştılar ancak Ernst adete set kurdu burada ve kayıpları oynayan Tello-Tabata ikilisinin defosunu büyük ölçüde kapattı. Ancak Tello-Tabata ikilisi hücuma adeta hiçbir şey vermediler, attıkları 3 şut vardı ceza sahası dışından, organizasyon, pozisyon hazırlama olarak ise sıfır. Golü yedikten sonra Beşiktaş şuursuzca yüklendi, ileriye şişirme toplardan seken ikinci toplardan fırsat bulmaya çalıştı ve bunların birinde Suleymanou'nun hatasından golü buluyorlardı ancak direk geçit vermedi; maçta 1-0 bitti.

Beşiktaş'ın inatla kanatları kullanmaması oldukça enteresandı bu maçta. Geçen hafta Galatasaray maçında koca bir devre kanatları zorlayan bir takımın ertesi hafta bunun tersi bir görüntüye bürünmesi şaşırtıcı. Geçen hafta Galatasaray'ı kanatlardan zorlarken beklerinizden yardım alamıyorsunuz çünkü rakibin açıkları olası bir hatanın faturasını anında kesebilecek isimler ve bu yüzden de tıkanma yaşıyorsunuz. Bu hafta ise kendi yarı sahasına kapanan bir takıma karşı, sahanın tamamını kullanmazsanız kazanma şansınız yoktur. Beşiktaş bir kere kanada indi ve o pozisyonda da maçtaki en net pozisyonunu Fink ile tribünlere yolladı. O pozisyonu aynısı ligin 3.haftasında oynanan Galatasaray-Kayserispor maçında gerçekleşmiş; Arda çizgiye inip, Baros 4.golü atmıştı. Bunun örneklerini çoğaltabiliriz, ben yakın zamanda ve aynı takıma karşı gerçekleştiği için bu örneği verdim.

Kayserispor bu sene son yılların en kötü Kayserispor'u olmasına karşın yine de ilk 8'in dışarısına çıkmayacağı da büyük olasılık. Troisi yedekten geliyor, defansta Eren sakat, forvette Makakula-Cangele kaliteli isimler, orta sahada Furkan gelefcek vaad ediyor, defans bloğunda Aydın-Ali Turan dikkat çeken oyuncular, kenardaki Mehmet Eren-Toledo da kumaşları oldukça iyi oyuncular. Bu takımın en iyisi yönü takım savunmasını iyi yapmaları, Ertuğrul ile başlayıp Tolunay Kafkas'ın üzerine koyduğu bir süreç bu. Ancak elindeki isimlere göre oldukça az pozisyona giren ve atan bir takım. Bunu çözmek için ise Tolunay'ın yeterli olmadığını düşünüyorum. İyi bir stat, iyi bir bütçe, iyi bir kadro...Başarı için ihtiyaç olan faktörlere sahip bu takım, olası bir başarsızlık da Tolunay'ın koltuğuna mal olur gibi duruyor.

Tekrar Beşiktaş'a dönersek, fikstürdeki bir sonraki maçın Ankaraspor ile olmasından dolayı ortalık epey bir dedikodularla kaynayacak gibi, ne de olsa maç olmayacak gibi duruyor. Mustafa Denizli giderse ondan daha faydalı olacak birinin takımın başına geleceğini düşünmüyorum. Ne de olsa Zico da daha taze Olimpiakos ile imzalamış iken, fazla dedikodu dönebilecek gibi durmuyor ama bakalım yaratıcı basınımız neler türetecek. Yönetimin istifası ise herhalde çoğu Beşiktaşlı'nın arzusu ve bu maç sırasında da açıkça görüldü. Yönetim değişikliği kısa vadede sorunlar getirebilecek gibi dursa da, uzun vadede Yıldırım'ın yönetiminden çok daha iyi olur orası da görünen köy.

Bakalım son şampiyon geçen seneki gibi dirilebilecek mi yoksa yaralarını sarmaya başlayıp, seneye kadar istirahate mi çekilecek...

Beşiktaş-Kayserispor öncesi

Yaklaşık bir saat sonra başlayacak Beşiktaş-Kayserispor maçı İnönü Stadyumunda. Bu maçın çok ama çok büyük Beşiktaş için. Ligde 3 haftadır gol atamayan bir Beşiktaş kendi evinde seyirci baskısını lehine mi yoksa aleyhine çevirecek bakalım. Kayserispor da aslında pek bir parlak giriş yapmadı Turkcell Süper Lige ve 2 yıldır yapılamayan patlama, beklentilerin altında kalan takım iyiden iyiye sallıyor Tolunay Kafkas'ın koltuğunu. Mustafa Denizli için de benzer şeyleri söylemek yanlış olmaz herhalde, alınacak olası bir mağlubiyet istifayı getirebilir beraberinde.



Beşiktaş bu maça çıkarken topladığı 6 puan ile 11.sırada. 3 gol atıp kalesinde 4 gol görmüş. Kayserispor ise bir maç eksiği ile 5 puanla 13.sırada bulunuyor, onlar ise 5 atıp 5 yemişler. İki takımın karşılaştığı takımların üç tanesi ortak; Gençlerbirliği, Gaziantepspor ve Galatasaray. İki takımda Gençlerbirliği ve Gaziantepspor ile berabere kalıp Galatasaray'dan 3 fark yemişler. Denk güçler diyemeyiz kesinlikle ama denk bir performans sergilemişler bu haftaya kadar.

Beşiktaş'ı gol gelmeyen her dakika çok fazla etkileyecek gibi duruyor, bu durumda seyirci baskısı da paniğe ve kontrolsüzlüğe yol açabilir. Kayserispor'un dezavantajı ise 3 haftadır maç yapmıyor olmaları. Sezon içerisinde 3 hafta oldukça uzun bir süre ve zaten sezon başı olmasından dolayı takımın ritmini bulmasını oldukça zorlaştırır.

Bakalım bu akşam Turkcell Süper Lig bir hoca değişimine daha sahne olacak mı?

Tanıdık bir Görüntü

Hafta içi Steaua Bükreş-Sheriff maçınan sonra ilginç bir haber düştü ajanslara. Steaua'nın hocası Bergodi'nin görevine bu maçtan sonra son verilmiş. Sebep ise bize çok tanıdık geldi. Devre arası soyunma odasına girmek isteyen kulübün sahibi ve başkanı Becali, İtalyan teknik direktör Bergoli tarafından kapıdan çevrilmiş; maçın sonunda da kendini kapının önünde bulmuş. Bazı topraklarda futbolun niye gelişipbazı topraklarda niye belli bir çıtanın üzerine çıkamadığının göstergelerinden biri olsa gerek.

18 Eylül 2009 Cuma

Zıt Kutuplar


"Furbolcuların siyasi görüşlerini açıklamaları normal, çünkü onların da özgür fikirleri olmalı. Doğuştan komünistim ben."
Cristiano Lucarelli



"Lanet olası golümü eski Romalılara ait bir selamlamayla kutlayamayacak mıyım? Bir moron (Lucarelli) çıkıp komünist yumruğuyla kutlama yaparsa, ben niye yapmayayım?"
Paolo Di Canio

Son Dakika Golleri // Hagi // Galatasaray-Atletic Bilbao

Takvimler 30 Eylül 1998'i gösteriyordu. Galatasaray Şampiyonlar Ligi B grubunda Juventus, Rosenborg ve Athletic Bilbao ile beraber yer alıyordu. İlk maçlarda 3 puan alan yoktu. Athletic Bilbao ile Rosenborg 1-1, Juventus ile Galatasaray ise 2-2 eşitliklerle ayrılmışlardı sahadan. 2. maçlarda ise Rosenborg Juventus'u, Galatasaray ise Athletic'i konuk ediyordu.

Hagi'nin frikiğinde Okan topu tamamlıyor ve Galatasaray 1-0 öne geçti diyor iken, hemen 1 dakika sonra Ismael Urzaiz beraberliği getiriyordu. Maç bu şekilde sona erdi derken, dakikalar 90'ı da geride bırakmış iken, Tugay'ın orta sahada kazandığı topu Hagi ceza sahasına sol çaprazdan giriyor, akıl almaz bir falso ile topu kapalı köşeden ağlara gönderiyordu. İlk başta basit bir gol gibi gözükse de tekrar seyredince ne kadar nefis bir gol olduğu gözüküyordu. Bu golün asıl önemi ise, yıllarca gururlu mücadelesini verip son dakikalarda yediği gollerle maçları kaybeden Türk takımları, bu alınyazılarını değiştiriyorlardı. Bu kez biz yapıyorduk, gitti denen maçı getiriyorduk, hem de oynanmamış zaman oynanırken.


Avrupa U21 Golden Player Listesi

Aşağıdaki liste UEFA'nın Avrupa U21 turnuvalarında seçtiği golden playerların listesi. Liste oldukça ilginç. Bir kısmı sonra yıldız olmuş bir kısmı ise silinip gitmiş. Yolu ülkemizden geçen biri de var listede, görünce yüzünüzde bir gülümseme belireceğine eminim.

Bir efsanenin sonu

17 yıllık beraberliği bitiyor sene sonu Liverpool ile Carlsberg'in. Birçoğumuz için sevme nedenidir, o kırmızı forması ve önünde yazan Carlsberg. Çocukluğumuz, gençliğimizin özetinde yer alan önemli bir başlık bu ikili. Birkaç Liverpool-Carlsberg birlikteliği örneği sergileyelim dedim...








6 hakemli uygulama


Dün akşam gördüğümüz üzere UEFA 6 hakemli uygulamayı Euro League maçlarında 2010'a kadar deneme kararı verdi. Acaba hangi görüntüleri getirebilir bu uygulama sahalara?

- Futbolcuların kendilerini ceza sahasında atma alışkanlıkları önemli ölçüde törpülenebilir.

- Topsuz alanda yapılan müdahaleler daha net şekilde gözlemlenebilir.

- Kale çizgisini geçti mi geçmedi mi tartışmaları azabilir.

- Özellikle tribünlerin sahaya sıfır olduğu sahalarda (İngiltere gibi) yardımcı çok zor durumlarda kalabilir. Taraftar milletinin hayal gücü sınır tanımaz bildiğimiz üzere, bu da orada görev yapan hakemlere oldukça sıkıntı yaratabilir.

- Orta hakemlerin standartlarının yükselmesi gerekebilir. Sonuçta kendisi hariç 5 kişiyi yönetmek için ciddi bir karizma ve hızlı bir düşünme yetisi gerektirir.

- Hakemlerin aldıkları maçlar artabilir. Sonuçta hakem sayısı kısıtlı.

Bakalım daha daha neler olacak...

Yazık oldu yazık...


Herhalde hayatımda daha fazla sinirle izlediğim basketbol maçı olmamıştır. Bu kadar kötü oynarken bile maçı uzatıp orada da yine son topa bırakmamız teselli olarak bize kalan. 2010 Dünya Şampiyonası öncesi karamsar olunacak bir tablo kesinlikle yok ancak düşünmemiz gereken noktaların üzerinde de iyice kafa yormalıyız.

Biz gol atınca maç biter tarzı kaçırdıkça ribaundları toplayan Yunanistan hücumdan sayı veya faul çıkarana kadar biz topu elimize alamadık ilk yarı boyunca. Serbest atış çizgisine gidemedik, hayatının 2. en iyi maçını oynayan baby Shaq'ın sinir içerisinde seyrettik(En iyi maçını Japonya'da yine bize karşı oynamıştı). Ersan'ın çenesinin açılması ve Hidayet'in bu maçta da açılamaması ilk yarı bizi fazlasıyla gerdi denilebilir.

Her şeye rağmen oyundan kopmadık, daha doğrusu Yunanistan'ın bu kadrosu bunu becerebilecek kapasitede değil. Oyunda ne zaman baltayı vurup oyunu koparmamız gerekse, ya basit fauller ya da zorlama hücumlarla bu fırsatları değerlendiremedik. Spanoulis en ufak boşluk bulduğunda derin derin darbeler vurdu bize. Ender son topta sendelese de turnikesini bırakmayı bildi ve maçı uzattık. Bu kadar hataya rağmen komşu bize "bugün kötüsünüz her halinizden belli oluyor, biz zaten kapasitemizce geldik, buyurun siz geçin" diyordu adeta.
Uzatma başladıktan sonra Hidayet'in zorlamalarıyla bir hayli zor duruma düştük. Ama komşu bize vermeye niyetliydi turu, yanlış saymadıysam 5 top üst üste kaybettiler ancak biz son top olarak kullanmamız gereken bir topu Hidayet'in anlamsız zorlamasıyla ipimizi kesen top haline getirdik.

Bir parantez de uzatmadaki pozisyona açmak lazım. 24 saniye sona ermişken, rakibe bir hücum hakkı daha tanındı hakemlerce. Kurallarda böyle bir şeyin yazdığını ne gördük ne duyduk. Madem 24 saniye vermiyorsun o zaman basketi vermen gerekmiyor mu? Çok açık bir kural hatası olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Bu pozisyon sonrasında ise Spanoulis'in bu pozisyonun aynısını Rusya ya da Fransa maçında attığını çok iyi hatırlıyordum ve adamlar topu çıkarırken gelişecekler bir çırpıda çıktı şom ağzımdan.

Bu Yunanlılar çok fazla bize benziyorlar, iki gündür oynanan Türk-Yunan karşılaşmalarında da bu açıkça gözüktü. Dün acayip bir hakemin üzerine oynama, her topa itiraz etme falan adamlar resmen bizi geçmiş. Bugünkü maçta da artık bir ekol olmanın ve tecrübelerinin de yardımıyla doğru itirazları yaptılar. Uzatmadaki o kritik topla da itirazlardan 3 sayı buldular diyebiliriz. Bu pozisyonda bizim bench'in pasifliği ise belki de bize yarı finale ve olası bir finale mal oldu.

Çok üzüldük bugün, hele de böyle bir Yunanistan'a yarı final biletini ellerimizle teslim etmek çok koydu. Basketbol tam soğumak üzere olan bizlere, iyi bir geri dönüş oldu bu turnuva gerçi. Seneye ev sahipliği yapacağımız turnuva öncesi bizi de havaya soktu diyebiliriz. Ne diyelim seneye yarı final ve ötesini görmek nasip olur bizlere.

Son Dakika golleri // Rivaldo //Barcelona-Valencia

Futbolu neden milyonların izlediğini son dakikada atılan gollerden sonra insanların yüzlerinden anlayabilirsiniz. Futbol içinde duygular varsa, futbol birçoklarının hayatı olabiliyorsa bunda son dakikalara kadar bitmek tükenmek bilmeyen heyecanı önemli yer tutar. Yılla geçer nice önemli maçlar unutulur da son dakikada atılan ya da yenilen goller unutulmaz.

Tarihe geçmiş unutulmayacak son dakika gollerinden bir arşiv yapmaya çalışacağım elimden geldiğince, bakalım ne kadar başarılı olabileceğiz.

Bu işe de ilk olarak 17 Haziran 2001 tarihindeki Barcelona-Valencia maçı ile başlamak istiyorum. O sezon son haftaya girilirken La liga'da ilk üç sıra belli olmuştu, sırasıyla Real Madrid, Deportivo ve Mallorca bu koltukları ve beraberinde Şampiyonlar Ligi biletlerini kapmışlardı. Sıra son biletteydi ve bu biletin iki talibi Camp Nou'da karşılaşıyorlardı. Valencia rakibinin üç puan önündeydi ve beraberlik onlara yetiyordu. Kronometre 88:35'ü, skorboard ise 2-2'yi gösteriyordu.

İşte o an Rivaldo ceza sahası çizgisi üzerinde Rivaldo topu göğsüyle kontrol edip, röveşatasını Valencia ağlarına bıraktığında, TRT ekranlarında izlediğimiz o maç hafızalarımıza kazınıyordu çoktan.

09/10 Alternatif Formalar

Galatasaray'ın mor forma geyiklerinin inatla iki aydır bitmediğini görüyoruz. Avrupa'da liglerin başlamasında sonra Avrupa Kupaları da elemelerin sona ermesiyle gerçek anlamda başladı. Takımların formalarına dikat edildiğinde radikal değişikliklere gidildiği de açıkça görüldü. Bunların bir kaçını hatırlatmak istedim.


Arsenal'in yeşil forması


Bu da Porto'nun turuncu forması. Mavi yaka ve kol ucu detayları formaya incelik katmış.

Forma konusunda bir klasik olan River Plate bile alternatif gri forma üretmiş baksanıza.

Açık mavi alternatif formasıyla bundan önceki yıllar beğeni toplayan PSV, bu sene ise farklı bir tarz denemişe benziyor.



Çizgili alternatif forma tasarımıyla Bordeaux oldukça başarılı denebilir. Ne de olsa göğüste biten "V" kıvrımını bu formaya bile yansıtma başarısını göstermişler.


Barcelona'nın kavun içinden hallice forması. Forma kutsallığı konusunda en katı takım olarak tanınan Barcelona, alternatif forma üretirken bir o kadar özgün olmaktan da geri durmuyor.

Lyon'un yanar döner forması oldukça değişik br tasarım, uzaktan gözü tırmalasa da oyuncuların üzerinde oldukça şık durabilir, izleyip görmek lazım.

Bu tasarımların arasına Galatasaray'ın mor formasını da rahatlıkla sokabileceğimizi gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz herhalde. Artık sonunun gelmesini umuyoruz bu geyiklerin.

Forma detayı



Kuluplerimiz son yıllarda resmi ürünlerde atılım yapmanın peşinde koşuyorlar. Önceki yıllara göre iyi durumlara gelindiği de muhakkak. Seyircilerde artık orijinal ürün alıp, kulübe katkı yapma mantalitesinin de yavaş yavaş yerleştiğini görüyoruz. Ancak şu anki durumumuzla bu işte kulüplerimizin katedeceği oldukça yol var. Avrupa'nın birçok takımının online storeları inanılmaz bir seviyede gelişmiş. Biz de böyle seçenekler yok. Mesela Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'de çeyrek final oynadığında Asya'da ne kadar satış yaptı? Global düzene uymak konusunda oldukça gerideyiz. Her zaman övündüğümüz dünyanın neresene gitsen Türk söylemine fiile dönüştüremiyoruz görülen.

İşin bir başka boyutuda, Avrupa'da mücadele eden çoğu takımın formadaki logo olaylarına önem vermesi. Marsilya'nın online store'una giriyorum, formanın koluna şampiyonlar ligi logosunu ekleyebiliyorum; ya Beşiktaş formasına bunu ekleyebiliyor muyum?

Dün akşam Euro League ambleminin Galatasaray formasına ne kadar yakıştığını söylemiştik. Peki ben bir Galatasaray taraftarı olarak bu logoyu kendi formamda görebilir miyim? Bir de üstüne bu formayı uzun kollu istiyorsam, bu ikisi birden gerçekleşebilir mi? İmkansız...

17 Eylül 2009 Perşembe

Panathinaikos 1-3 Galatasaray


Yine enteresan bir oyun oldu, yine eleştirilmeye fırsat veren bir Galatasaray vardı sahada ama sanki Galatasaray birşeyleri oturturken yerlerine aynı zamanda göz kamaştırıcı galibiyetlerine devam ediyor.

Yağmur başlama düdüğüyle beraber etkisini artırdı. Yunanlıların meşhur taraftar grubu Gate 13, hafta sonu maçtan dönerken hayatlarını kaybeden arkadaşları için ilk 13 dakikayı susarak geçirdi tribünlerde. Bu sırada sahada da bir gol ikram edilmişti bile çoktan.

İlk yarı itibariyle Galatasaray doğruları yaptı diyebiliriz. Hemen hemen hiç pozisyon vermeden iki adet net (Keita'nın kalecinin üzerinden aşırttığı ve Baros'un karşı karşıyası) pozisyon bulup, defanstaki iki stoperinizin yokluğuna bir de yedek stoperlerinizden birinin de sakatlığı eklenmiş, asıl mevki sağ bek olan Uğur sol beke devşirilmişken, soyunma odasına 1-0 galip gitmek büyük başarı bence.

İkinci yarı rakibin vites arttırması beklenirken, hemen devre başı gelen daha öncelerden klasik ancak Galatasaray günlerinde pek attığını görmediğimiz Baros gollerinden biri geldi. 2-0'dan sonra üç dakika içerisinde rakibe verilen iki net gol pozisyonu ise hatırlamak istemediğimiz önceki yılı hatırlattı fazlasıyla bize. Tam biz bu düşüncelere dalmışken Elano'nun frikiğini iteleyiverdi komşu sağolsun kendi ağlarına da biz de bu düşüncelerden kurtulduk.

3-0'dan sonra takım çok pozisyon verdi, oyunu rahat bir şekilde rölantide götüremememiz şu an için görülen en büyük sorunumuz. Çözülmez gibi durmuyor kesinlikle ama işler yolunda giderken, şansımızda hazır yanımızda iken bu sorunları da ortadan kaldırsak tadından yenmeyecek diyelim.

Vurup giden tecrübeli Avrupa takımlarını anımsatmaya başladı Galatasaray bana fazlasıyla. Topla tüfekle gidip atamadığımız, iki üç kere gelip kah ellerini kollarını sallayarak kah bizim ikramımızla kendi usta ayaklarıyla atarlardı ve biz ne olduğunu anlayamadan çoktan uçağa binip giderlerdi. Galatasaray bu şekilde atıp çekiliyor kenara, sonra izliyor olup biten curcunayı. Ne kadar çok benziyor değil mi salı günü Manchester'ın yaptığına?

Elano Kewell ile birlikte olunca sahada gerçekten hoş bir görüntü oluşuyor. Elano'yu Kewell'ı beğenirsiniz beğenmezseniz ama şu bir gerçek ki deliler arasındaki iki akıllı gibi geldiler bana. Kewell zaten bu takımdaki futbolu açık ara en iyi bilen futbolcuydu. Elano topu her aldığında gözleri Kewell'ı aradı ve genellikle ters kanatta olan Kewell'a nefis paslar attı. Sanki yıllardır biribirlerini görmemiş iki birader gibiydiler. İnşallah bu uyum bozulmaz. Ne de olsa bilinçli ters kanada atılan toplardan ve yapılan koşulardan o kadar mahrum ki futbolumuz.

Bir başka mahrıum olduğumuz konu beklerin ters kademeye girmeleri. Sabri iki üç maçtır bunu kusursuz yapıyor, hatta ofsayt olan pozisyonlarda bile gird ters kademeye ne olur ne olmaz diye. Gözlerimiz yaşardı açıkçası, Allah bozmasın diyoruz.

Bir paragraf da Galatasaray'ın duran top organizasyonuna açmak gerek. Tamam korner çalışıyorsunuz her hafta başka birşey izliyoruz; bugün de ceza sahasının sağ çaprazında Elano topla buluşup kaleyi yokladı fena da olmadı açıkçası ama taçlarda set çalışmak nedir kardeşim? Şaşırıyoruz doğrusu, Rijkaard'ın basketbol kariyeri de mi var da biz bilmiyoruz? Set, set, set diyor Surinamlı.

Euro League amblemi de çok yakışmış formaya, Ülker'in, Avea'nın, Türk Telekom'un yakalayamadığı uyumu yakalamış sarı kırmızı renkleriyle. Parçalı formanın sırt kısmının Avrupa maçlarında kırmızı olduğu da gözlerden kaçmadı diyelim, o da hiç fena olmamış.

Pilot uygulaması yapılan 6 hakem olayına da ayrı bir yazı da değinmek istiyorum.

Dediğimiz gibi sıkıntılar var, herşey güllük gülistanlık değil ama daha önceden görmediğimiz ışıklar var bu takım da, bakalım tünel nereye çıkacak; Mahmut Hoca'nın odasına mı yoksa daha önce çıkılmamış okul bahçesinin dışarısına mı....

16 Eylül 2009 Çarşamba

Devler Liginin Hatırlattıkları


Yeni bir sezon başladı devler liginde ve ilk gece maçları geride kaldı. Neleri gözlemlememize yardımcı oldu, neleri hatırlattı, neleri yaşattı dün gece bakalım bize.

-Yanlış hedefler belirlemeye devam ediyoruz. Hedefimiz turlar atlamaktan ziyade bu oyunun hakkını vermek ve Avrupa'ya satabileceğimiz futbolcular parlatmaktır. Biz ise yaşına başına kapasitesine bakmadan tonlarca para harcayıp, hiç birşey oynayamadan veda ediyoruz bu lige. Bir Bayern Münih bile Müller'i oynatıyorsa neden Beşiktaş bir Batuhan'ı vitrinine koymaz bu ligde? Niye gidip Nihat'ı 4.5 milyon euro verip geri alır, Batuhan'ı 10 milyon euroya satmanın peşinde koşmaz?

-Porto, Lyon gibi kulüplerin en az Barcelona, İnter, Real Madrid kadar Avrupa futbolu ve bu lig için önemli olduğunu bir kez daha gördük. Porto Stanford Bridge'de Chelsea'nin burnundan kıl çekti tabiri caizse. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda oynanan maç tam anlamıyla bir futbol ziyafetiydi. Geçen seneyi de Lucho'yu satarak geçiren Porto bu sene de yine çeyrek final yollarında olup, sene sonu da kasasını doldurmaya devam edeceğe benziyor.

-Gecenin en zevksiz maçının topraklarımızda olması da düşündürücüydü.

-Ronaldo iki frikik golüyle başladı Şampiyonlar Ligine. (Kaleci ikramı da olsa tarihe böyle geçti)

-Duran toplardan atılan gollerin sayısı bu sene de artmaya devam edecek gibi duruyor.

-Beşiktaş gibi İnönü'deki taraftarlar da eski günlerini arıyor gibiydi, belki de bana öyle geldi.

-Artık Türkiye'ye gelen takımların "Türkiye'de seyirciler inanılmaz, burada maç kazanmak çok zor" dedikten sonra galibiyeti alıp alıp gitmeleri bir son bulsun artık. Ya o klişe açıklamayı yapmayın artık ya da efendi efendi verin maçı bize gidin.

-Famagusta'dan sonra bir başka Güney Kıbrıs takımı Apoel de Devler Ligine iyi bir giriş yaptı, devamını merakla bekliyoruz.

15 Eylül 2009 Salı

Beşiktaş 0-1 Manchester United


Mustafa Denizli 7.Şampiyonlar Ligi maçında da puan ile tanışamadı. Beşiktaş evindeki 3 maçtan ilkini yitirdi. Çok karamsar bir tablo çizebileceğimiz bir görüntü yok aslında ortada. Bu ligin favorilerinden birine evinde 1-0 mağlup oluyorsun nihayetinde. Grubun genel görüntüsü ikinci maçlar sonunda daha açık gözükür gibi duruyor.

Beşiktaş maça Hakan-İbrahim Kaş-İbrahim Üzülmez-Ferrari-Sivok-Ekrem-Tabata-Ernst-Holosko-Serdar Özkan-Nobre 11 ile başladı. Benim bu kadroya itirazım 8 milyon verilen Tabata'nın kullanıldığı mevki bu oyuncuyu tamamen köreltiyor, oyuna verebileceklerini veremiyor. Holosko ve Serdar çalışkan gözükürken, Serdar Beşiktaş'ın rakibine darbe vurabileceği pozisyonlarda yanlış tercihler yaptı. Serdar günümüz futbolunun gereklerine pek uymayan bir oyuncu ve kredisini de her geçen gün tüketiyor. Beşiktaş'ın zaten çok kısıtlı olan hücum varyasyonlarını da başlamadan bitiyor Serdar'ın yanlı tercihleri nedeniyle. İlk yarı itibariyle Manchester istediklerini sahaya yansıtan bir görüntü içerisindeydi ve Beşiktaş sadece birkaç kez Serdar ile şanslar buldu. İkinci yarı ise Beşiktaş oyunu rakip yarı sahaya yıkmayı başardı ve 70.dakikaya kadar rakibe şans vermeden, rakip yarı sahada tuttu topu. Beşiktaş'ın en büyük sıkıntısı ise bal yapmayan arının tam karşılığı olması takımın. Topla oynuyorsun, üstelik rakip yarı sahada oynuyorsun ama gol atamıyorsun hatta sınırlı sayıda pozisyona girebiliyorsun. Bu sorunla Beşiktaş'ın bir adım yol katetmesi mümkün değil gibi gözüküyor. Gol tehditi olmayan bir takımın Şampiyonlar Ligi guplarından çıkmasını konuşmak bana hayal gibi geliyor.

Herşeye rağmen Beşiktaş CSKA maçına çok iyi konsantre olmalı. Dışarıda alınabilecek bir galibiyet hem UEFA yolunu sonuna kadar açar Beşiktaş'a hem de zamanla çözülebilecek hücum sıkıntısı ile beraber Wolfsburg maçlarına bambaşka bir havada girilebilir.

Ancak bunların hepsi dediğimiz gibi hücum tehditleri türetmeli mutlaka Beşiktaş, ne yapıp ne edip Mustafa Hoca'nın bu sorunu çözmesi lazım.

Ankaraspor artık yok!!!


Tahkim Kurulu kararını verdi, Ankaraspor ligden düşürüldü. Transfer sezonu bitti, Ankaraspor'dan Ankaragücü'ne geçemeyen futbolcular ne yapacak acaba? Ocak ayına kadar kendi başlarının çaresine bakıp, sonra başka takımlara mı geçecekler yoksa federasyon onlar için özel bir düzenleme mi yapacak hep beraber göreceğiz.

Peki siz Jürgen Röber'in yerinde olsanız ne düşünürdünüz? Gözümüzde çok büyüttüğümüz, anlata anlata bitiremediğimiz, marka değerinden bahsettiğimiz Turkcell Süper Lig için ne düşünürsünüz? Ne anlatırsınız ülkenize döndüğünüzde? Çok kolay lafla yürütmek tekneleri değil mi, ne dersiniz...

Bu Sinir Niye?


Ligimiz başladı ve 5 haftalık kısmını geride bıraktık. Akıllarda güzellik anlamında kalan pek birşey yok. Genelde kaoslarla uğraşıyoruz. Ankaraspor'un durumu, tribünlerde çıkan olaylar, Avrupa'da takımlarımızın başarısızlıkları, Sivas'ın puan alamaması, maçlarda tribünlerdeki boşluk, hakemler... Daha sezon başı ama umut dolu kavramları göremiyoruz. Herkeste bir sinir harbi olduğu en rahat gözlemlediğimiz. Bunun en son örneğini pazar günü oynanan Bursaspor-Fenerbahçe maçında gördük. Fenerbahçeli oyuncuların hakemi bir dövmedikleri kaldı. Hakeme omuz atan mı ararsın, koltuk altından tutup sürkleyen mi ararsın, eline vuran mı ararsın hepsi sahadaydı. Önceki sezonlar hakemlere yapılan itirazlardan şikayetçiyken meğer başımıza gelecekleri bilmiyormuşuz. Acaba oyuncular hırslarından mı bu kadar agresifler? Eğer öyle olsa Alex'i adam kovalarken, Mehmet Topuz'u birşeyler yaratmaya çalısırken görmemiz gerekir ki bunları hiç görmedik.

Bir an önce en sıkı tedbirler alınmalı. Artık futbol seyretmek istiyoruz. Hakem konuşmak istemiyoruz. Önceki yıllara göre her sene taraftarlar arasındaki hakem muhabbeti gittikçe azalıyor. Bilinçli seyirci sayısı gittikçe artıyor. Her takımın en güzel eleştirisini kendi seyircisi yapmaya başladı artık. Hakemlerin rahat bırakılmasını istiyoruz, hata yapabilir onlarda tıpkı yaptıklarının yarısından fazlası yanlış olan birçok futbolcu gibi.

Şampiyonlar Ligi Arifesi




Devler sahnesinin perdesi açılıyor bu akşam. Bu sene eleme statüsünün değişmesiyle beraber katılımcı şablonundaki değişim de göze ilk batanlardan. Şampiyonlar Ligi'nin gediklilerinden Celtic, PSV, Roma, Shaktar Donetsk, Panathinaikos gibi takımlar bu sene yoklar. Onların yerine Maccabi Haifa, Zurich, Unirea, Rubin Kazan, Standard Liege, Debreceni gibi takımlar boy gösterecekler devler arenasında. Ülkemizi ise sadece son senenin şampiyonu Beşiktaş B grubunda temsil ediyor.

Bizim açımızdan heyecan verici bir müsabakayla başlıyor devler ligi. Son iki sezonun finalisti Manchester İnönü'ye konuk oluyor. Beşiktaş istenilen çizgide olmasa da herkesin aklının bir köşesinde Liverpool zaferi kıpırdanmakta. Rakip eski gücünde değil deniliyorsa da Manchester her zaman bu ligin favorilerindendir ve eski gücü yeni gücü diye birşeyden bahsedemeyiz. Beşiktaş'ın ise çok iyi organize olması gerekiyor. Ucuz gol yememeliler, özellikle duran toplardan yenilecek herhangi bir gol moralman takımı çökertebilir. İyi bir mücadeleyle ve soğuk kanlı bir mücadeleyle her geçen dakika oyunu 3 ihtimala yakın bir hale getirebiliriz diye düşünüyorum.

İlk haftanın en dikkat çeken maçı ise kuşkusuz İnter-Barcelona maçı. Eto ve İbrahimoviç yeni takımlarında eski takımlarına karşı neler yapabilecekler merak konusu açıkçası. Favori Barcelona gibi gözükse de İnter de lige fırtına gibi girdi ve Mourinho'nun iştahını bu maç kadar kabartabilecfek bir maç olmadığı da kesin. Tam anlamıyla bir futbol şöleni bekliyor bizleri ve benim görüşümü sorarsanız maçı daha çok istiyecek taraf olan İnter galibiyete yakın olan taraf.

Bir diğer ilgi çeken müsabaka ise Marsilya-Milan maçı. Son yılların en kötü Milan'ı acaba Avrupa'ya tutunabilecek mi diye merak ediyoruz. Marsilya ise bu sene çok iddaalı bir kadro kurdu ve bu maötan alacağı bir galibiyetle Milan ve Real Madrid arasından kapağı ikinci tura atabilecek konuma gelebilir.

Standard Liege-Arsenal maçı da bence izlenmesi gereken bir müsabaka. Standard Liege geçen sene neredeyse Liverpool'u Şampiyonlar Liginin dışına itecekti. Daha sonrasında da UEFA kupasında Everton'ı eleyerek güçlerini göstermişlerdi. Alacakları galibiyetle iddialarını ortaya koyabilirler diye düşünüyorum.

Güzel maçlar olması dileğiyle, sürprizlere açık bir devler ligi umuyoruz...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Ankaraspor


Türkiye Süper ligi dediğimizde aslında ülkenin tamamına yayılamamış bir süper ligden bahsediyoruz. Şu anda ligimizde 5 İstanbul ve 3 Ankara takımı bulunmakta, bu da neredeyse ligin %50'sinin iki şehirden oluştuğunu gösteriyor. Ankaraspor'un ligden düşmesi aslında biz futbolseverler açısından kötü bir gelişme değil. İnsanların takımların renklerine, sembollerine, tarihlerine vurulma ihtimalini düşüyor bu takımlar ve futbolumuza büyük zarar veriyor. Ankaraspor'u ya da İBB'yi tutması için bir çoçuğun tek bir sebep söyleyebilir misin bana? Zaten ikisi de şehrin bilmem kaç km dışarısından maçlarını yapıyorlar, izlemek de pek mümkün değil yani. Ancak bu yanları bir yana bırakıp, şu anki duruma bir göz atalım isterseniz.

Transfer sezonunun sonuna geldiğimizde 7 Ankarasporlu futbolcu Ankaragücü'ne geçti. Bunların hepsi transferin son üç gününde Ankaragücü'ne geçti. Zaten futbolla alakası olmayan biri de olaydaki garipliği çok rahat anlayabilir. Ankaraspor ligin daha güçlü, daha dengeli bir ekibi Ankaragücü'ne göre. Olay Ankaragücü'ne sahip çokmak, Ankara'da güç adı altında başlıyor. Bu mesele aslında yerel seçimler zamanına kadar uzanıyor. Ankaragücü şehrin en geniş taraftar kitlesine sahip ve bunların önemli bir kısmı da gelir durumu düşük gençlerden oluşuyor. Yani elde etmek için bir siyasi açısından hedef sayılabilecek bir kitle. Melih Gökçek Ankara'nın tapularını ölene kadar almaya ve hatta geriden gelen aile bireylerine bırakma niyetinde olduğundan olsa gerek, Ankaragücü'nü sahiplenerek(!) hedeflerine önemli bir adım atma kararında olsa gerek. 100.yılını kutlayan kulüp, başarıya aç ve suistimale en uygun zaman. Şu ana kadar da galibiyetleri yok ve geçen seneden pek bir farkları yok. Ankaraspor yönetim kurulundan 15 kişi Ankaragücü yönetimine geçiyor ve bu olayda hala masumiyet lafları yapılıyor.

Peki ligimizin marka değeri ne konuma geliyor. Yıllardır ligimizin marka değeri deniliyor, ancak bu şekilde zarar gören marka değeri acaba nasıl telafi edilir? Ankaraspor ligden düşürülecekse bir an önce buna karar verilmeli, rakiplerinden aldığı puanlar bir an önce geri iade edilmeli. Mesela Antalyaspor'dan aldıkları 3 puan var ve ligin son haftasında muhtemelen Antalyaspor'un o 3 puana çok fazla ihtiyacı olacak. Şaibelerle Ankaraspor yoluna devam etmemeli; kör-topal bir kadroyla alacağı mağlubiyetler, haksız rekabetin ta kendisi olur. Belirttiğimiz gibi Antalyaspor'un 3 puanının hesabını kim verecek yoksa.

Artık bazı şeylerin önlemini almamız lazım. Testi kırılmadan olaylara müdahale edebilecek prosedürleri hayata geçirmek gerek. Sezon başladıktan sonra çocuk oyuncağı gibi insanlar keyifleri ve iktidarları doğrultusunda kararlar verememeli. Çok ağır yaptırımların getirilmesi gerekiyor, haksız rekabete yol açabilecek her türlü ihtimali dahi ortadan oluşmadan kaldırmalıyız. Futbol dışında o kadar çok şey konuşuyoruz ki zaten, bunlara yenileri eklenmesin artık, futbol konuşalım, futbola doyalım.

13 Eylül 2009 Pazar

Galatasaray 3-0 Beşiktaş


Derbi öncesi favori her ne kadar Galatasaray olsa da şartların Beşiktaş'ın lehine olduğunu söylemek yanlış olmazdı. Milli takımdan yorgun ve moralsiz dönen futbolcular Galatasaray takımının iskeletini oluşturuyordu. Orta sahada Ayhan ve Linderoth'un olmaması Galatasaray'ı iki ayrı blok haline getiriyordu. Beşiktaş da ise sakatlar düzelmiş, yorgun oyuncu neredeyse yok ve üstüne Tabata takıma ilave olmuştu. Bunların dışında da kurt hoca özellikleriyle Mustafa Denizli Beşiktaş tarafındaydı.

Oyun başladığı andan itibareb Galatasaray 5 dakika boyunca yaptığı baskıyla golü buldu ve ondan sonra etliden sütlüden elini çekti. Bunu farklı açılardan değerlendirebiliriz:

1- Galatasaray sahaya istedikelrini yansıtamadı, bloklar arası iletişimi kuramadı, psikolojik faktörler ve yorgunluk da devreye girince oyunu geride kabullendi.

2- Galatasaray rakibe çok pozisyon vermeden, karşı tarafın hatalarını bekledi ve bulunca da affetmedi.

3- Beşiktaş ilerisi için umut verdi.

4- Galatasaray ilerisi için SOS verdi.

5- Galatasaray'ın ölüsü bile Beşiktaş'ı yendi ve Galatasaray ilerisi için umut verdi.

6- Akıllı oynayan ve şansı da yanına alan Galatasaray, zaten etkili ayakları kenarda oturan Beşiktaş'ı rahat geçti.

Çok sağlıklı analiz edilebilecek bir maç olmadığı için oluşan ihtimalleri sıralamayı daha doğru buldum. Erken gelen Galatasaray golü, zaten yorgun ve bitap Galatasaray oyuncuları için bulunmaz nimetti ve sonuç olarak da hep biz oynuyoz biraz da biz izleyelim demeleri normal karşılanacak bir durum.

Maçın tabelaya yansıyanı 9 puan fark; Denizli'nin deyimiyle 6 puan. Ancak yavaş yavaş Denizli'nin ve Beşiktaş'ın kredisi bitmek üzere, nitekim öndekilerin iştahı hayli kabarık ve onların elinden lokmasını almak için geçen seneki gibi enselerine vurmak yetmeyecek gibi duruyor.

Elveda Afrika...


Çok kötü oynadık, hükmedemedik oyuna, sakin olamadık, sinirlerimize hakim olamadık. Geçilmesi gereken rakip vasat bir takımdı. Almanya liginin kalburüstü takımlarında oynayan oyuncularına güveniyorlardı; başka da bel bağlayacak birşeyleri yoktu zaten. Bir de oyuna golle başlayınca Türkiye, doğru düzgün kozları da kalmamıştı; meydan boştu, atımızı koşturmalıydık artık. Ancak hiçbir şey beklenildiği gibi olmadı. Adeta ezildik devre sonuna kadar, sahada yoktuk, seyrettik, elimizi kolumuzu dışarıdan bir güç bağlamış gibiydi. Devre sonundaki beraberlik oynadığımız oyuna göre hiçte kötü değildi.

İkinci yarı başlarken ilk yarı dökülen Önder ve sakatlığın etkisiyle durgun olan Hamit'in oyundan alınmaları doğru karardı. Oyuna giren İsmail ve Sercan isimlerine itiraz edecek halimiz yoktu. Ancak özellikle Semih'in aldığı her topu ezmesi, uç bölgede toıpu ayağında tutaması, zaten gününde olmayan orta saha elemanlarımızın iyice oyundan düşmelerine neden oldu. Gökhan Gönül ikinci yarıda sağ kanadı otobana çevirirken ona destek olarak Sabri oyuna alınsa, hem oyunun son bölümünde yorgunluğun etkisiyle son vuruşları yapamayan Gökhan bunları gole çevirebilirdi hem de o kanattan rakibin ipini çekebilirdik. Özellikle oyunun son 10 dakikasındaki pozisyonlardan gol çıkaramayınca, boynumuzu bükmek farz oldu. Ne de olsa papaz her zaman yemiyordu ve kaderden kısmetten yakınacak yüzümüz de yoktu.

Bir de maçın oynandığı stadtan bahsetmek lazım. Nasıl olur da bu saha da top oynanmasına izin verilir anlamak çok güç. Zemin berbat, ufak bir saha ve rakip zaten sert oynuyor. Futbol oynamaya hiç müsait olmayan şartlar vardı. Bu maçın ardından izlediğimiz İngiltere-Hırvatistan maçında saha denilen meret nasıl birşeymiş gördük.

Artık yavaştan dünya kupasında hangi takımı destekleyeceğimizi düşünmeye başlasak, en azından kendi egomuz açısından bir adım atmış oluruz.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Türkiye 4 - 2 Estonya

Beklediğimizden biraz farklı gelişti aslında karşılaşma. Estonya katı savunma yapmaktansa ellerinden geldiğince daha pozitif oynamaya çalıştı. Yediğimiz goller oyunun tansiyonunu yüksek tutsa da istediğimizi aldık.

Oyunda öne çıkan savunma zaafiyetlerimiz ve ileride oynayan oyuncularımızın verdiği ışıktı. Ülkece en büyük zaafımız olan takım savunmasını neredeyse hiç yapmadık ve bu bize 2 gol+pozisyonlar olarak geri döndü. Tabi ki bunlar kesin bir ölçü teşkil etmese de, artık her maçta takım savunmasını ciddiyetle ve kusursuz bir şekilde yapabilirsek, hedefimiz olan Avrupa'nın ağır toplarından biri olabiliriz. Aksi taktirde inişli çıkışlı grafiğimiz devam eder.

Takımın motivasyonu ise üst düzeyde gibi gözüktü ve bu bizi Bosna maçı öncesi umutlandırdı. Her maçta mutlak 3 puana ihtiyacımız olduğu ve zaten cepte gördüğümüz puanları aldığımız bir maç için çok fazla da konuşup kafamızı bulandırmayalım, asıl kendi kuyruğumuzu keseceğimiz maç olan Bosna maçına bakalım.

2 Eylül 2009 Çarşamba

İspanya'da ilk haftanın ardından

Merakla beklenilen Primera Division başladı. Bütün dünyanın gözünün üzerinde olduğu Barcelona ve Real Madrid lige kendi evlerinde 3'er puanla başladılar. Sezonun açılış maçını Real Madrid yaptı. Karşısında onlara çok ters gelen Deportivo vardı. Real Madrid istediği oyunu ortaya koyamadı ancak eleştirmek için erken diyebiliriz. Barcelona'nın da pek farklı bir havası yoktu. Sporting Gijon'u kornerlerden buldukları gollerle geçerken İbrahimoviç de Katalan ekibi adına ilk golünü ağlara gönderdi.

Barcelona ve Real Madrid ikilisinin dışında ise bu takımları takip etmesi düşünülen takımlar Sevilla, Valencia, Villereal ve Atletico Madrid idi. Bu takımlardan ikisini karşı karşıya getiren mücadelede Valencia ile Sevilla karşı karşıya geldi. Tam anlamıyla dengede geçen müsabakanın kırım noktası 45.dakikada kırmızı kart gören Kanoute oldu. İkinci yarı golleri bulan Valencia 3 puanı cebine koydu. Haftanın en büyük sürprizi ise Atletico Madrid'in deplasmanda Malaga'ya 3-0 ile boyun eğmesi oldu. Bu maçta dikkatimizi çeken ise Atletico Madrid'teki duran top zaafiyeti oldu. Yedikleri 3 golde duran toplardan geldi. Açıkçası böyle güçlü bir hücum hattına sahip olan bir takımın savunma zaaflarını artık kapatması ve La Liga'ya renk katması sanırsam hepimizin en büyük temennilerinden. Villereal ise Osasuna deplasmanından 1-1'lik beraberlikle döndü, "ender gelişen Osasuna atakları"ndan birinde Pandiani topu ağlara yolladı. Getafe'nin deplasmanda Racing Santander'i 4 golle geçmesi de dikkat çeken başka bir gelişmeydi.

Önümüzdeki haftalarda La Liga ateşinin daha coşkulu bir şekilde yanacağını umuyoruz.

1 Eylül 2009 Salı

Sen de Başını Alıp Gitme...


Bir futbol efsanesi vardı Ali Sami Yen'de bundan 13 yıl önce gelmişti. O futbol efsanesi kaşlarını çatardı, sahayı süzerdi, takım arkadaşlarına kızardı, rakibe kızardı, hakeme kızardı, kendisine kızardı... O kaşlarını çatınca sanki beyninde birşeyler dönüyormuş gibi alarm verirdi. Yüzümüz gülerdi o kaşlarını çatınca, yine birşeyler yapacak, yine nefesimizi kesecek, yine aklımızı durduracak diye. O Hagi'ydi, Türkiye'ye gelmemişti onun gibisi. Onu biraz anımsatsın birileri dedi bütün Galatasaray taraftarı, anımsatsın yeter bize dedi ve bu yüzden de kimlere kimlere kucak açmadı ama nafileydi hepsi.

Ardından geçen yaz bir adam geldi, sessiz sakindi gelişti. Bir Haldun Üstünel klasiği(tabi o zamanlar bilmiyorduk bunu) imza atmasıyla öğrendik. Talihsiz bir adamdı gelen, dünyanın önde gelen yeteneklerinden biriyken durmadan sakatlıklarla ve hocalarının anlaşılmaz taktikleriyle uğraşmıştı gelmeden önce. Ama herşeye rağmen Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kaldırmış tek oyuncuydu bu diyarlarda. Tıpkı Galatasaray seyircisi gibi aramış aramış bulmuştu sonunda. Türkiye'ye gelen en kariyerli oyuncuların başında gelmesi değil de nedense sürekli yaşadığı sakatlıklar gündeme getirildi. Geldiği günden itibaren kıymeti bilinmedi desek yeridir. Ancak Galatasaray seyircisi için yeri ayrı oldu. 10 giymedi belki ama ne fark ederdi, 19 da gönlümüz tahtına oturmuştu birden. Turuncu forma çıktı ardından, tepkiler de beraberinde geldi. Bu forma nasıl forma derken, Kewell çıktı giydi formayı üstüne ve satış listesinin tepesinde Metin Oktay forması ile beraber yer buldu kendine turuncu forma.

İlerleyen günlerde ara sıra yedek kaldı, dert etmedi. Deplasman vardı gitti, sorun çıkarmak lügatında yoktu sanki bu adamın. 4-1 önde olduğumuz Konya maçında kaleciyi geçip golü atamadağında yüzündeki üzüntü ifadesi kalbimize kazıdı onu. Bu nasıl bir iş ciddiyeti, bu nasıl bir saygıydı giydiği formaya. Yine yedekti birgün, Mehmet Topal sakatlandı, girdi ve unutulmaz goller arasında yerini çoktan alan golünü de bıraktı Bordaeux ağlarına bir sanatçı edasıyla. Ardından defansın ortasında oynayacaksın dediler, geçti işini yaptı. 90.dakikada değişiklik tabelasını gördüğümüzde kalbimiz cız etti, gözlerimiz doldu, bu yapılmamalıydı dedik; giren oyuncu Kewell'dı dakika 90'dı. O yine ses çıkarmadı, önemli olan takım dedi, ben 1 dakika da olsa, 90 dakika da olsa takımın yararı için elimden geleni yaparım dedi. Sevgilimiz oldu, babamız oldu, kardeşimiz oldu bütün bu yaptıklarıyla. Hele golünü attığı zaman gülümsemesi yok mu, soğuktan donan vücudumuzu derinden ısıtıyordu.

Derken bu sezona geldik ve yapılan transferlerle Kewell'a yedek kulübesi yolu gözüktü iyiden iyiye. Karısı ile de sorunlar yaşıyormuş diye duyduk. Goller attı bu senede girip yedek kulübesinden ama koşmadı, sevinmedi. Gülümsemeye başladı son gollerinde buna da şükür dedik ama içimizin burkulduğunu da hissetmiyor değildik.

Bu sene sonu sözleşmesi bitiyor. Gitme diyoruz, biz sana daha doyamadık ki diyoruz, yeni alıştık, candan, yardan geçilir mi diyoruz. Sen de başını alıp gitme Kewell, ne olur ne olur...

Yaklaşan Estonya Maçı Öncesi

Sanırım her futbol severin en çok arzu ettiği şey kendi takımını Dünya Kupası'nda görmektir. Hatta bunun üzerine sempati duyulan ikinci takımı desteklemek tatlının üzerine dondurma tadı verir. Sürekli potansiyelimizden, Dünya 3.lüğümüzden (son düzenlenen turnuvada kazanılmamasına rağmen), son olarak da bir yıldır Avrupa 3.lüğümüzden(gerçi böyle bir maç yapılmadı ama)böbürlenip durur; bunların yanısıra her turnuva öncesi acaba gidebilecek miyiz diye papatya falları bakarız adeta. Avrupa Şampiyonası işin merkezidir, canıdır, cadı kazanıdır. Katılan takım sayısının daha az olması, katılan takımların hemen hemen hepsinin güçlü takımlar olması aslında Avrupa Şampiyonası'nı daha zorlu kılara birinci torbadan girmeyen takımlar için(İtalya, İspanya, Almanya için çok şey değişmiyor tabi). Ancak Dünya Şampinoyası ayrı bir tattır biz seyirciler için. Yıldızlar sahnededir, en büyük danslarını bu şampinoyada yaparlar. Uzaklara ulaşmak güzeldir; mesela İsveç ile karşılarız ara sıra ama bir Meksika, bir Kamerun daha heyecan vericidir bizler için. Bu yüzden Dünya Kupası futbolun zirvesidir, en büyükler hep Dünya Kupasını ister, biz seyirciler hep Dünya Kupasını isteriz ve efsaneler Dünya Kupaları'nda yazılır.

Avrupa Kıtası elemelerini geçmemiz gerekir bu turnuvaya gitmek için. Bu sebeple Avrupa Kıtasını bir incelememiz gerekir. Avrupa'nın büyük abileri bellidir: Almanya, İtalya, İngiltere, Hollanda, İspanya, Fransa ve Portekiz. Bu takımlar bütün turnuvalarda istisnalar hariç yer alırlar ve yer almamaları konusu gündeme bile getirilmek istenmez. Bunların arkasından gelen başaltı takımlar ise İsveç, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Rusya, Sırbistan gibi takımlardır. Bir de bunlara eklenen başaltı diye tabir edilse de istikrarsızlıklarından dolayı bir türlü buraya demir atamamış takımlar vardır : Türkiye, Yunanistan, Hırvatistan, Danimarka, Belçika gibi. Bu takımlardan Yunanistan haricindeki diğer 4 takımın dünya kupası dereceleri de bulunmaktadır. Fakat dediğimiz gibi belirli jenerasyonlarla yaşadıkları başarıları belli futbol ideolojisi altında birleştiremedikleri için gelip geçiçi takımlar olmuş; her zaman tehditkardırlar ama istikrardan uzaktırlar.

Türkiye artık dünya futbol literatüründe kendine yer bulmak istiyorsa, elemelerde yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelmelidir. Ancak şu anda da böyle bir sıkıntı içerisindeyiz ve Bosna Hersek'in 4 puan arkasında kalmış durumdayız. Fikstür aleyhemizde gözükmekte malumunuz Bosna Hersek ve Belçika deplasmanları bizi beklemekte. Bosna ise sahasında Türkiye ve gruptan çıkmayı garantilemiş İspanya'yı konuk edecekken Estonya ve Ermenistan deplasmanlarına çıkacak. 4 maçımızı da kazanmamızın yanısıra Bosna'nın olası bir beraberliğini de beklemekten başka bir çaremiz yok.

İlk maçımız Estonya ile Kayseri Kadir Has Stadyumunda. Kağıt üzerinde favori olsak da bu maçta oynayacağımız futbol ve zorlanma derecemiz bizim için oldukça önemli. Nitekim kadro sakatlık sıkıntısı yine başgösterdi ve Estonya maçını bulacağımız erken gollerle, rakibin bizi hırpalamasına izin vermeden kazanmamız gerekiyor. Aslında Estonya'nın nasıl bir takım olduğunu Tallinn maçlarında gördük. Son derece disiplinli, fiziğe bir dayalı oyun oynuyorlar ve kolay kolay yarı sahalarından çıkmıyorlar. Bu da bizim milli takımımıza en ters gelen oyun anlayışlarından biri. Galatasaray'ın da yaptığı gibi duran topları çok önemli bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor. Ayağa sabırla oynayarak, kazanacağımız duran topları çeşitli organizasyonlarla gole çevirirsek, hafta içi oynacağımız Bosna Hersek maçına çok yıpranmadan gideriz. Aksi durumda ise son dakikaya kadar süren yüksek tansiyon ve müthiş stres oyuncularımızı oldukça yorabilir. Kaleyi bol bol yoklamamız gerekiyor ve bunun için de Hamit'in bu maça yetişmesi çok önemli. Bunun yanısıra forvet için Fatih Terim'in elinde çok fazla seçenek yok, muhtemelen Semih-Nihat ikilisi ile başlayacağız ve onlara arkadan Arda-Tuncay ikilisi destek verecek. İlk yarıda istediğimiz pozisyon zenginliğini ve golleri bulamaz isek, Sercan ikinci 45 yarının hemen başında(daha sonraki dakikalara bırakılmadan) düşünülebilir, çünkü hazır olma ve form durumu açısından Nihat ve Semih'ten daha iyi durumda. Defansın önü ve defans bloğu için çok konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum, buradaki tercihlerin oyunun gidişatına çok fazla tesir edeceğini düşünmüyorum. Zaten sol bekte Hakan Balta'nın oynaması kesin gibi, sağ bekte ise Gökhan-Sabri alternatifleri bu maç için gayet uygun, ikisi de hücuma katılmayı seven oyuncular.

Bu maçı kazasız bir şekilde atlatıp, Bosna maçının heyecanıyla başbaşa kalmayı umut ediyoruz, inşallah temennilerimiz gerçek olur.

Futbol Alet Değildir

Türk futbolunu nasıl tanımlarsınız diye soruyoruz her gelen kariyerli yabancıya. Peki ne cevap veriyorlar? Teknik diyemiyorlar, disiplinli hiç diyemiyorlar, gelecek vaat ediyor diyemiyorlar. Nasıl desinler ki bunları? Değer olarak Avrupa'nın 6.büyük liginin hala oturmuş ve kesin yönetmeliklerle yönetilen bir yapısı yok. Adeta naylon fatura gibi ligimiz. Parası ve gücü olan herkes herhangi bir takımı 2-3 yıl içerisinde Süper Lige taşıyıp burada da kalıcı olabiliyor. Taraftar gücüne gerek yok, bir tarihi olmasına gerek yok, birşeylerin sembolü olmasına gerek yok. Amaç benim de bir takımım var ben buraya , ülkeye yatırım da yapıyorum bakın işte demek. Nihayetinde bu takımları kuran adamlar önlerinde daha büyük güç, daha büyük emeller gördüklerinde bu kuluplerin içini boşaltabiliyorlar. Tamam hadi kulüp sizin keyif sizin deriz de bunu sürekli liglerin ortasında yapıp, ligin kalitesini düşürmeye ne hakları var? Sezon başı sen Avrupa'dan kariyerli bir teknik adamı getir takımın başına 5 hafta sonra da o takımın içini boşalt, pilot takım durumuna getir, hatta halı saha takımı durumuna getir. Dümdüz sapsarı bir bezden oluşan Ankaraspor formasını halı sahada dahi giyecek bir Allah'ın kulunu bulamayız, nasıl bulalım ki?

Futbolun içinde tabiki de siyaset vardır, çoğu futbol efsanesi takımlar tarihin sayfalarına siyasetin sosyal içeriğine yaptığı etkilerle girerler. Ancak siyasetin de bir sınıflandırması, iyisi-kötüsü vardır, doğrusu-yanlışı demiyorum bakın. Bir kesimi temsil edersiniz, bir ideoloji temsil edersiniz; ama altı çizilmesi gereken budur, temsil edersiniz. Aleti olmazsınız, futbol takımları alet olmaz, saman altında yürüyen su değil, aksine haykıran sestir. 300-500 bin oy için Türkiye'nin en önemli organizasyonu, en sevilen oyunu kirletilemez, kirletilmemelidir, buna da izin verilmemeli ve kalkışılmasına bile engel olacak yaptırımlar uygulanmalıdır.

Çok fanatik bir Galatasaraylı'yım fakat dün Ankaraspor'un içinde bulunduğu durumu düşünerek maçtan bir tat alamadım. Sadece her zamanki gibi Kewell'ın gülümsemesi en kalıcı olan aklımda.

İlk Ankara Deplasmanının Ardından

Galatasaray'ın oynamaya çalıştığı 4-3-3 sisteminin en olmazsa olmazı beklerin bir oyun kurucu kadar oyunun her aşamasını, sahanın her bölgesini takip etmeleri ve bizzat oyuna katılmaları gerekliliği. Galatasaray'da dün gözüken Hakan Balta'nın hem fizik hem de psikolojik olarak oyundan son derece kopuk oluşuydu. Hücuma verebileceği katkıları zaten kısıtlı olan Hakan'ı Rijkaard kaleciden topu alıp ortaya sahaya topu aktaran bir köprü olarak kullanmaya çalışıyordu. Nitekim de özellikleri buna gayet müsait: İyi bir fiziği ve düzgün bir ayağının yanısıra pozisyon bilgisi de özellikle Türk futbolundaki oyunculara baktığımızda gayet iyi bir düzeyde. Ancak dünkü maçta aksayan bir Hakan Balta, zaten her an aksama ihtimali kuvvetlice olan Sabri'yle beraber oyunun en başından itibaren atak organizasyonlarımızın düzgün bir şekilde başlayamamasının sebeblerinden birini oluşturdu. Bir diğer sebep de kuşkusuz defansın önünde oynayan Mehmet-Mustafa ikilisinin beklere hiçbir şekilde yardımcı olamamasıydı. Galatasaray'ın bundan önceki maçlarına bakıldığında hücum zenginliğini oluşturan pozisyonların birçoğunun bir altyapısı var. Pozisyon öncesi yapılmış paslaşmalar, yine ataktan önce atağın birkaç kez yönünün değiştirilmesi gibi rakip defansın dengesini ve düzenini bozan işler yapmıştı Galatasaray. Dünkü maçta ise gözüken ipin ucunun tam kavranmadan ipin çekilmek istenmesiyle ortaya çıkan koordinasyonsuzluktu.

Yukarıda bahsettiklerimizin aksi olan gelişmeler ise son 30 dakikada yaşandı. Bunun sağlanmasında en önemli faktörün ise Nonda'nın oynanmaya çalışan sistemin adeta aranılan adamı olması. Ayağında topu ezmeden tutabilen, rakibi fizik olarak yıpratabilen ve çok iyi bir futbol bilgisi olan Nonda, ilk 60 dakikada yapılamayan topu rakip yarı sahada tutma becerisini takımımıza kazandırdı diye düşünüyorum.

Sonuç olarak baktığımızda ise Galatasaray araya lider giriyor ve üst üste 2 deplasmandan galip dönerek olası deplasman fobilerinin geçmişte bize neler yaşattığını düşünmemize pek fazla fırsat vermiyor. Elano'nun takıma alışması ve fizik olarak kendine gelmesi, Ayhan ve Linderoth'un dönüşleri, Caner'in rotasyona girmesi, her ne kadar zorlu gibi gözükse de moral motivasyonu (hem futbolcular ve teknik heyet hem de taraftarlar için) yüksek maçların gelmesi sebebiyle önümüzdeki maçları iple çekmeden edemiyoruz.