1 Eylül 2009 Salı

Yaklaşan Estonya Maçı Öncesi

Sanırım her futbol severin en çok arzu ettiği şey kendi takımını Dünya Kupası'nda görmektir. Hatta bunun üzerine sempati duyulan ikinci takımı desteklemek tatlının üzerine dondurma tadı verir. Sürekli potansiyelimizden, Dünya 3.lüğümüzden (son düzenlenen turnuvada kazanılmamasına rağmen), son olarak da bir yıldır Avrupa 3.lüğümüzden(gerçi böyle bir maç yapılmadı ama)böbürlenip durur; bunların yanısıra her turnuva öncesi acaba gidebilecek miyiz diye papatya falları bakarız adeta. Avrupa Şampiyonası işin merkezidir, canıdır, cadı kazanıdır. Katılan takım sayısının daha az olması, katılan takımların hemen hemen hepsinin güçlü takımlar olması aslında Avrupa Şampiyonası'nı daha zorlu kılara birinci torbadan girmeyen takımlar için(İtalya, İspanya, Almanya için çok şey değişmiyor tabi). Ancak Dünya Şampinoyası ayrı bir tattır biz seyirciler için. Yıldızlar sahnededir, en büyük danslarını bu şampinoyada yaparlar. Uzaklara ulaşmak güzeldir; mesela İsveç ile karşılarız ara sıra ama bir Meksika, bir Kamerun daha heyecan vericidir bizler için. Bu yüzden Dünya Kupası futbolun zirvesidir, en büyükler hep Dünya Kupasını ister, biz seyirciler hep Dünya Kupasını isteriz ve efsaneler Dünya Kupaları'nda yazılır.

Avrupa Kıtası elemelerini geçmemiz gerekir bu turnuvaya gitmek için. Bu sebeple Avrupa Kıtasını bir incelememiz gerekir. Avrupa'nın büyük abileri bellidir: Almanya, İtalya, İngiltere, Hollanda, İspanya, Fransa ve Portekiz. Bu takımlar bütün turnuvalarda istisnalar hariç yer alırlar ve yer almamaları konusu gündeme bile getirilmek istenmez. Bunların arkasından gelen başaltı takımlar ise İsveç, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Rusya, Sırbistan gibi takımlardır. Bir de bunlara eklenen başaltı diye tabir edilse de istikrarsızlıklarından dolayı bir türlü buraya demir atamamış takımlar vardır : Türkiye, Yunanistan, Hırvatistan, Danimarka, Belçika gibi. Bu takımlardan Yunanistan haricindeki diğer 4 takımın dünya kupası dereceleri de bulunmaktadır. Fakat dediğimiz gibi belirli jenerasyonlarla yaşadıkları başarıları belli futbol ideolojisi altında birleştiremedikleri için gelip geçiçi takımlar olmuş; her zaman tehditkardırlar ama istikrardan uzaktırlar.

Türkiye artık dünya futbol literatüründe kendine yer bulmak istiyorsa, elemelerde yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelmelidir. Ancak şu anda da böyle bir sıkıntı içerisindeyiz ve Bosna Hersek'in 4 puan arkasında kalmış durumdayız. Fikstür aleyhemizde gözükmekte malumunuz Bosna Hersek ve Belçika deplasmanları bizi beklemekte. Bosna ise sahasında Türkiye ve gruptan çıkmayı garantilemiş İspanya'yı konuk edecekken Estonya ve Ermenistan deplasmanlarına çıkacak. 4 maçımızı da kazanmamızın yanısıra Bosna'nın olası bir beraberliğini de beklemekten başka bir çaremiz yok.

İlk maçımız Estonya ile Kayseri Kadir Has Stadyumunda. Kağıt üzerinde favori olsak da bu maçta oynayacağımız futbol ve zorlanma derecemiz bizim için oldukça önemli. Nitekim kadro sakatlık sıkıntısı yine başgösterdi ve Estonya maçını bulacağımız erken gollerle, rakibin bizi hırpalamasına izin vermeden kazanmamız gerekiyor. Aslında Estonya'nın nasıl bir takım olduğunu Tallinn maçlarında gördük. Son derece disiplinli, fiziğe bir dayalı oyun oynuyorlar ve kolay kolay yarı sahalarından çıkmıyorlar. Bu da bizim milli takımımıza en ters gelen oyun anlayışlarından biri. Galatasaray'ın da yaptığı gibi duran topları çok önemli bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor. Ayağa sabırla oynayarak, kazanacağımız duran topları çeşitli organizasyonlarla gole çevirirsek, hafta içi oynacağımız Bosna Hersek maçına çok yıpranmadan gideriz. Aksi durumda ise son dakikaya kadar süren yüksek tansiyon ve müthiş stres oyuncularımızı oldukça yorabilir. Kaleyi bol bol yoklamamız gerekiyor ve bunun için de Hamit'in bu maça yetişmesi çok önemli. Bunun yanısıra forvet için Fatih Terim'in elinde çok fazla seçenek yok, muhtemelen Semih-Nihat ikilisi ile başlayacağız ve onlara arkadan Arda-Tuncay ikilisi destek verecek. İlk yarıda istediğimiz pozisyon zenginliğini ve golleri bulamaz isek, Sercan ikinci 45 yarının hemen başında(daha sonraki dakikalara bırakılmadan) düşünülebilir, çünkü hazır olma ve form durumu açısından Nihat ve Semih'ten daha iyi durumda. Defansın önü ve defans bloğu için çok konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum, buradaki tercihlerin oyunun gidişatına çok fazla tesir edeceğini düşünmüyorum. Zaten sol bekte Hakan Balta'nın oynaması kesin gibi, sağ bekte ise Gökhan-Sabri alternatifleri bu maç için gayet uygun, ikisi de hücuma katılmayı seven oyuncular.

Bu maçı kazasız bir şekilde atlatıp, Bosna maçının heyecanıyla başbaşa kalmayı umut ediyoruz, inşallah temennilerimiz gerçek olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder